18 Mart 2011 Cuma

İyi ki mühendislik yapmıyorlar!

2007’de dört mühendis adayı kurdu. 
Bugün çekirdek 
kadrosunu iki 
mühendis-tiyatrocunun
oluşturduğu Tiyatro 0.2, 
üç ayda bir yeni ve çarpıcı 
bir başka oyunla karşımıza çıkıyor. 

Tanışmanın vaktidir…







Beyoğlu’nun görmüş geçirmiş apartmanlarından birinin ikinci katında taptaze sesler yükselmekte bir vakittir. ‘İkinci Kat’ namlı mekân, bir tiyatro alanı. ‘Sahnesi’ demiyorum, burada sahneye ‘çıkılmıyor’ zira. Son yıllarda oyun takipçilerinin tanıdık olduğu usulde, küçük bir mekânda seyirci ve oyuncu karşı karşıya kuruluyor. 
İkinci Kat’ta ikamet eden ekip, 2007’de kurulmuş, son bir yıldır da arka arkaya dizdikleri oyunlarla burayı izleyici için sürekli bir uğrak noktası haline getirmeyi başaran bir grup:  Tiyatro 0.2. 

İsimlerini dahası methini duydunuz çoktan muhtemelen. ‘Açık Saçık Birkaç Polaroid’, ‘Korku Tüneli’, ‘17.31’ adlı oyunları tiyatro meraklıları arasında kulaktan kulağa yayılırken, boş durmayıp iki yeni oyun daha hazırladılar: ‘Bazı Sesler’ ve ‘Kainatın En Hızlı Saati.’ ‘17.31’le başlattıkları 2010-2011 sezonu bitmeden, dördüncü yeniyi, ‘Limonata’yı sahnelemeye hazırlanıyorlar şimdilerde. Fena halde üretken, genç, yaratıcı, maharetli bir ekip bahsettiğimiz... Durumu netleştirmek için, başa saralım…

‘Seyirci kendi dünyasını buluyor’

Tiyatro 0.2, 2007’de dört mühendis adayının (elbette ki teknik hesaplar yapmak yerine oyunlar oynamayı tercih eden) çabalarıyla kurulur. Tiyatroyla Yıldız Teknik Üniversitesi’nde okurken tanışan ekibin ‘0.2’ olarak çıkardıkları ilk oyun Sam Shepard’ın ‘Vahşi Batı’sı. Cümleleri yüzde hesaplarıyla tamamlamaya alışkın ‘mühendis kafaların’ “Abi, tiyatro yapma ihtimalimiz olsa olsa yüzde 0.2” yollu sohbetlerinin ürünü, grubun adı. Ekip değişiyor bir süre sonra. Kuruculardan Eyüp Emre Uçaray ile 2009’da katılan Sami Berat Marçalı şu anda çekirdek kadro. Kadroya ihtiyaca göre farklı oyuncular dâhil olabiliyor. ‘Mühendis tiyatrocular’ olarak bilinseler de oyuncular arasında eğitimleri tamamen tiyatro üzerine olan bir dolu isim de var. Barçalı yine bir yüzde hesabıyla açıklıyor: “Kadronun yüzde 80’i konservatuar ya da tiyatro okullarından. Yüzde 20’si ya hâlâ eğitim alıyor, ya da alaylı…”

Grup, seyircinin kendini derhal aşina hissedeceği meseleleri deşiyor. ‘Bazı Sesler’ İngilizlerin şu ara pek revaçta olan genç oyun yazarlarından birinin, Joe Penhall’ın kaleminden çıkma. Sistemin dışında kalmayı tercih etmiş, gencecik, sıkı zihinsel sorunlar yaşayan, çoklukla aklını değil, kalbinden geçenleri dinlemeyi şiar edinmiş, sevimli ama arıza karakter Ray var elimizde. Bir de sistemin göbeğinde, konumunu sağlamlaştırmış, ‘sorumlu’, ‘uslu’ ve bir o kadar da ‘sorunlu’ ağabey Pete. İki kardeşin hayatına dahil oluveren, hayatla başa çıkma konusunda Ray’den beter durumda olan genç kadın Laura sonra. Laura’nın ‘belalısı’, sokakların adamı Dave. Ve Ray’in dünyanın kurallarını kabullenme konusundan kendinden beter durumdaki hastane arkadaşı…

17 bölümden oluşan oyunu çok sade bir o kadar da işlevsel bir sahneleme ve hareketli bir rejiyle, seyirciye neredeyse sıfır mesafeyle sahneliyorlar. Yönetmenliği üstlenen Sami Berat Barçalı’ya bağlanalım: “Herkes kendi hayatında Pete gibi olduğunu hissediyor ama içlerinden Ray gibi yaşamak geliyor. Zaman zaman Dave’leşiyorlar, şiddet uyguluyorlar. Laura gibi bir kıza aşık olmak istiyorlar. Ama sonunda buldukları kendi dünyaları oluyor. Seyirciye çok sıcak geliyor oyun. Sahnelemesi de biraz sinematik olduğu, çok yakın oynandığı için insanlar hissederek izliyor.” Başta Ushan Çakır (Ray), Ünal Yeter (Pete), Gülce Oral (Laura), Deniz Karaoğlu (Dave) ve Tarkan Çeper’in (Ray’in arkadaşı) performanslarının, şiddet sahneleri dahil olmak üzere oyunun her anında eksiksiz akıp gitmekte olduğunu da ekleyelim.

Sıradaki oyun, ‘aile’ üzerine

0.2’nin son numarası ‘Kainatın En Hızlı Saati’ yine çağın arazlarından birine dokunuyor. Metin, İngiliz yazar Philip Ridley’e ait. Gençliği ve çekici vücuduyla takıntılı, en büyük kabusu kırışıklıklar olan 30’unu devirmiş ama her yıl 19’uncu yaş gününü kutlayan bir erkeğin doğumgünü partisine alıyorlar bu kez seyirciyi. Cougar’ın (Korhan Soydan) ve onun tersine zamanın değerinin son derece farkında olan ‘Kaptan’la (Güçlü Yalçıner) yaşadığı evdeyiz. Tavandan sallanan kuşlar, mekânın bölünerek kullanılması, ara ara yarı karanlık sahnelerle yaratılan atmosfer, hikâyeye tam isabet ediyor. Doğumgünü partisinin tek konuğu, 14 yaşındaki Foxtrot Darling (Barış Gönenen) ile ‘davetsiz misafir’ Sherbet’ın da (Iraz Yöntem) dâhil olmasıyla, ikinci yarıda kara komediye doğru gidiyor oyun. Kahkahaları ve oyunculukları gerçekten takdir etmeyi bu bölüme saklamak lazım!  

Oyun seçimlerini; ekibin iç mimarlık üstü oyunculuk eğitimi alan, dekor tasarımlarında da becerisini gösteren oyuncusu Murat Mahmutyazıcıoğlu, “Sahnelenmemiş, çağdaş, bize de bir şey diyebilen oyunları seçmeye çalışıyoruz” diye özetliyor. Marçalı; kriterleri şöyle sıralıyor: “Oyunun hikâyesi, Türkiye’deki karşılığının ne olduğu, önceki oyunlarla bağlantısının nasıl olduğu, prodüksiyon ve cast şartları…” Sırada Marçalı’nın yazdığı ‘Limonata’ var. Yazarının tarifiyle; “Aile olabilmek üzerine. Askerlik korkuları, başarılı olmak, para kazanmak, aşık olmak üzerine bir oyun.”

Ne diyelim; yüzde 80’i ‘mektepli’, yüzde 20’si ‘alaylı’ bu kadronun tiyatro yapma, hem de iyi tiyatro yapma ihtimali, kurucularının şaka yollu tahmini yüzde 0.2’den kat be kat yüksek çıkmış. Yüzde 100 takipte olmak lazım!

Bu aşıklar vuslata eremiyor!

 Ve Diğer Şeyler'den, Yüzyılın Aşkı

Geride bıraktığımız yıllar içinde yaşamış insanların aşkı, kendi dönemlerini nasıl yaşadığını sahnede görmek... İlk anda kulağa çarpıcı geliyor, merak uyandırıcı. Ve Diğer Şeyler Topluluğu'nun yeni oyunu 'Yüzyılın Aşkı'na içimde uyanan bu merakla gittim. Hayır, tanıtımlarda öne çıkarılan 'Deniz Gezmiş'e atfedilen hayali aşk' kısmı değildi merak ettiğim. Sadece geçen yüzyılın sekiz farklı döneminden, birbirine kavuşamamış hayali aşıkların yakın tarihten kesitlerle anlatılması fikri bile baştan ilgi çekiciydi zaten. Ve fakat oyuncular Sanem Öge ve Deniz Celiloğlu 1920'lerden 2000'lere memleketin farklı dönemlerinden kadın ve erkek karakterleri ve onların aşklarından, ilişkilerinden, kimi öyküde günlük hayatlarından kesitler sunarken, kendimi "Daha kaç öykü kaldı acaba?" diye sorarken yakaladım...

Yeşim Özsoy Gülan'ın yazıp yönettiği oyun, sade ama işlevli kılınmaya çalışılmış bir dekor (çekmecelerinden aksesuarlar çıktığı için işlevsel, oyuncular sahnede yerini değiştirirken zorlandığı için hantal bir masa ve sandalyeler) ve çoğu kez erken kesilmiş hissi veren projeksiyon görüntüleri eşliğinde akıyor. Kadın ve erkek her bir bölümde Türkiye'nin farklı bir döneminden bir aşk hikâyesine götürmeye çalışıyor bizi. Cumhuriyetin gelişiyle sürülen iki Osmanlı aşık da var milenyum arifesinde bir alışveriş merkezinde karşımıza çıkan, karşılıklı kandırmalarla süren bir evliliğin tarafları da. Gelgelelim farklı öyküler arasındaki geçişsizlik, kopukluk izleyicinin tam manasıyla olan bitenin içine girememesine sebep oluyor. Bu durum da ister istemez öyküleri tek tek değerlendirme ihtiyacı yaratıyor. 
Ülkenin tarihindeki kritik, acı ve utanç dolu tarihler (1980, Deniz Gezmiş'lerin idamı, Rumlara yapılan baskılar gibi), resmi tarihle hesaplaşma yolunu açsa da başta Deniz Gezmiş'in mezarından seslendiği, hayali bir sevgilinin de onunla mezarı başında konuştuğu bölüm olmak üzere, çoğu beklenen etkiyi yaratmıyor. Aksine Deniz Gezmiş'in idam sehpasına giderken postallarını giymesinin engellenmesi gibi vurgularla klişe duygusu güçleniyor.

Oyunculuklar konusunda Sanem Öge rolünü farklılaştırma ve vücut kullanımı açısından bir adım daha öne çıkıyor. Deniz Celiloğlu ise öykülerin çoğunda, değişmeyen kısık bakışlarıyla 'aynı adamı' oynuyor gibi. Yine de ikilinin günümüz dünyasında başdöndürücü bir hız içinde aşık olan, sevişen, ayrılan, her anını görüntüleyip paylaşan gençleri canlandırdıkları sahneyi ayrı tutmak lazım. Celiloğlu burada yarattığı karakterle canlanıyor, oyun da seyircinin kahkahalarıyla... 

Yakın geçmişe 'aşk' üzerinden bakmak, anımsamak ve yüzleşmek adına iyi bir girişim 'Yüzyılın Aşkı', ama sonuç beklentiyi karşılamıyor...


‘O baba tüm dünyaya tecavüz ediyor’














DOT Tiyatro'dan, Kutlama
 
Sarıyer’deki Hacı Osman Bayırı’ndan inerken sağda kalıyor, Koleksiyon Mobilya. Bahçeye girdikten sonra şehirden uzakta olduğunuz, oyun akmaya başladıktan sonra da tıpkı oyun kişileri gibi ‘babanın’ 60’ıncı yaş günü kutlaması için malikâneye davetli olduğunuz hissine kapılıyorsunuz. İlk durak, Koleksiyon binasının girişindeki fuaye alanı. Ardından bahçeye geçiliyor.
Merdivenlerde başlayan oyunu bir süre açık havada izledikten sonra oyuncuların ‘evlerine’ girmeleriyle seyirci de bahçedeki çadırda yerini alıyor.
Baba, anne, yetişkin çocuklar ve dostlarından mürekkep topluluk yemek masasını çevrelerken ilerleyen dakikalarda ortada leziz yemeklerden ve şık kıyafetlerden fazlasının olduğunu görüyoruz. Gücün ve iktidarın mutlak hâkimi babanın zulmünü, geçmişte kaldı sanılanları, sadece seyirciler değil ailenin büyük bir kısmı da ilk kez orada duyuyor. Aile sırları masaya dökülüyor ama gündemde bir kutlama vardır ve devam etmelidir... Gücü sorgulamak için suçlamalar yetmez. Hem zaten sevmeyen, çeker gider! ,
Oyunun yönetmeni, DOT Tiyatro’nun kurucusu Murat Daltaban hikâyenin çocuk tacizi boyutunda kalmaması için çok ter döktüğünü anlatıyor: “Çok önemli bir şey çocuk tacizi tabii ama bir üst hikâyede de otorite istismarı, otoriteye tapınma, iktidarın gücünü kullanma biçimi... Çözümü şarkı sözlerine yükleyerek buldum. Şarkı sözlerini Hakan’a yazdırdım. Evet, en yalın haliyle taciz korkunç bir şey... Ve var. Ama otorite istismarının çok daha farklı ve kötü bir şekilde üzerimizde olduğunu düşünüyorum. İktidarın istismar ahlakının kabul görmesi, legal hale gelmesi ürkütücü. İlle tecavüze uğramış olması gerekmiyor ama çok fazla çocuğun taciz gördüğünü düşünüyorum. Dayaktan, küfürden, cezadan söz ediyorum. Benim dayak yemediğim öğretmenim yoktur. Bunu normal bir şeymiş, eğitimin bir parçasıymış gibi sunup, kabullenmemize sebep oldular.”


‘Kutlama’, Dogma 95 akımının ilk filmi, Danimarkalı yönetmen Thomas Vinterberg’in ‘Festen’inden uyarlandı. Sıkı bir burjuvazi eleştirisi olmasının yanı sıra aile kurumuna ve iktidarla kurulan ilişkiye dair sert çıkışlar yapıyor. Öykü; aile içi taciz, ırkçılık, yabancı düşmanlığı gibi mevzularla iç içe ilerliyor. Masada sadece bir aile değil, bir ülke, belki de tüm dünya oturuyor esasında. Ailenin ırkçı oğlunu canlandıran Rıza Kocaoğlu’nun yorumunu aktaralım: O baba sadece çocuklarına değil, tüm dünyaya tecavüz ediyor! Cemil Büyükdöğerli, Rıza Kocaoğlu, Köksal Engür, Şebnem Bozoklu, Mert Öner, Pınar Töre, Su Olgaç, İpek Bilgin, Mehmet Esen, Murat Daltaban, Umut Kurt, Berfu Öngören, Enis Arıkan, İdil Arkut Malhan, Seda Yıldız, Begüm Benian, Elvin Aydoğdu, Uygur Yiğit’in yer aldığı 18 kişilik oyuncu kadrosuyla ‘Kutlama’ Koleksiyon’da izlenebilir.