26 Ekim 2011 Çarşamba

Kulağınıza fısıldanacak, sadece size oynanacak bir oyuna hazır mısınız?

  
Bu oyunda tek başınızasınız. Sadece siz, yani seyirci; bir de oyuncu. Dizinizin dibinde, kulağınıza doğru, göz göze oynayacak size; üç oyuncu da. Anlatacağıma 'Başbaşa ya da yüzyüze tiyatro' demek uygun olabilir. Şimdilik 'Tiyatro Artı'nın ifadesini kullanalım: 'Tek seyircilik oyun.'


Daha önce 'Bir Takip Oyunu'nda, seyirciye kulaklıklarla sokaklarda 'oyunlu bir gezinti' yaptırmıştı, aynı ekip. Bu sefer mekân içindeler. Tüm kalıpları yıkarak cesur seyir deneyimi yaratmışlar. Sürprizi bozmamak lazım; üstü kapalı olarak hadise şu şekilde cereyan etmekte: ‘Tiyatro Artı'nın Harbiye’deki yeri 'Mekân Artı'yı arayıp randevu alıyorsunuz. 55 dakika süren oyuna, 15 dakikada bir yeni seyirci alabiliyorlar, oyunu perdelerle koridorlara bölünmüş bir alanda oynadıkları için. Demir kapıdan içeri tek başınıza giriyorsunuz. Loş ortamı, gerilimli bir müzik kaplamış. Karşınıza çıkan projeksiyon ekranındaki mesaj, gördüğünüz sandalyeye oturup, kulaklıkları takmanızı söylüyor. Video performanslarını izlemeye başlıyorsunuz. Bir cinayet soruşturmasına üçüncü gözsünüz artık ya da belki de bizzat sorgu memuru...

Cinayet öncesi ve sonrasının tanıkları rolündeki Ayça Damgacı, Memet Ali Alabora, Şebnem Sönmez ve Suat Sungur başlıyor anlatmaya. İpuçlarını birleştirmek size düşecek belli ki... Ardından karşınızda aralanan perdeden çıkan el, sizi sonraki bölmeye alıyor; oyuncuyla başbaşa olduğunuz anlardan ilki başlıyor... Karşılıklı dizdize oturup, siyah perdelerde çevrili ortamda ‘zanlının’ alaycı bir ifadeyle anlattıklarını dinleyeceksiniz. Diğer iki bölümde de tek tek karşılarına ya da yanlarına alıp sizi, anlatacak olayın üç tarafı; ‘kanlı geceyi’ kendi açısından. Zanlı, maktulün karısı ve maktül...

Aynı olayı birbirini tutmayan detaylarla dinledikçe, 'gerçekliği' sorgularken bulacaksınız kendinizi. En azından amaç bu olsa gerek... Peki, aslında ne oluyor? Bu deneyimi herkes başka türlü yaşayacaktır ama metnin derdine kafa yormayı zorlaştıran bir seyir hali bu. Tedirgin edici, "Şimdi ne olacak?" hissinin geçmediği, insanı "Acaba sorularımla ters köşeye yatırmam bekleniyor mu benden? Yoksa dinleyip dinleyip çıksam mı?" ikilemine sokan bir reji. Bir yandan da "Cinayeti aydınlatacak konumdayım" diye düşünebiliyorsunuz.

Koltuğunuza kurulup izleyeceğiniz bir oyun değil. Eski usül 'interaktif' oyunlardan ya da 'suratınıza doğru' oynananlardan da değil. ‘Tek seyircilik oyun’ fikri, seyirciyle-oyuncu arasındaki mesafeyi tamamen kaldıran, icabında seyircinin kendiliğinden oyuna dahil olması için açık kapı bırakan bir yöntem. Ryūnosuke Akutagava'nın 'Çalılıklar Arasında' öyküsünden uyarlayarak ‘Üç Kişi’yi sahneye koyan isim; Ufuk Tan Altunkaya. Genç yönetmenin; Akira Kurosawa tarafından 'Rashomon' adıyla sinemaya uyarlanan bu öyküyü seçme sebeplerinden biri de öykünün yapısının kafasındaki konsepte denk düşmesi. 'Bir Takip Oyunu'nu da kendisinin hazırladığı bilgisiyle, 'tek seyirci' anlayışına olan merakını kendisinden dinledim: "Bu çağda bir öykünün içine girebilmek çok zor. Üç boyutlu film bile etkilemiyor seyirciyi. Ama tek seyircilik oyunda kaçış yok gibi. Oyun, sizi içine alıyor. Sahne hilelerine başvurmaya da gerek olmuyor."

Metne konsantre olmak zor olsa da oyuna dahil olmak açısından ‘Üç Kişi' hedefine ulaşıyor. Bir cinayet soruşturmasının içinde ama daha mühimi bir oyunun tam orta yerinde buluyor seyirci kendini. Sorular sorarak, kendisine ‘dökülen’ tarafı tersleyerek ya da teskin ederek misal, oyuna katılmak da serbest; klasik bir tiyatro salonundaymış gibi davranıp, dinleyip çıkmak da. Oyuncular da hikâyeden kopmadan sonsuz bir doğaçlama (Tabii karşılarındaki, oyuna katılmayı seçen bir seyirciyse) yapmak durumunda. 'Üç Kişi' ekibi bu görevi layıkıyla getiriyor yerine.
Ama ‘Üç Kişi’nin asıl düşündürdüğü şu: Tiyatro, seyirciyle mesafeyi kaldırmak ya da seyirciyi gittikçe daha fazla rahatsız etmek zorunda mı? Tribünleri biraz daha hareketlendirmez, izleyiciyi metnin içine sokmazsa olmaz mı? Artık hiçbir şeyin şaşırtmadığı bir çağda yanıt "Evet" belki de. Kendi yanıtınızı bulmak için bir randevu alın derim...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder