18 Mayıs 2011 Çarşamba

İnsanlığın ‘tilt’ olduğu an…






Bağımsız yazar ve oyuncuların işbirliğinin ürünü olan Volt Tiyatro’su, ‘Tilt’ ile seyirciyi, sıradan insanın hayatına sızmış, gücünü kapitalist düzenden alan şiddetle yüzleştiriyor
 



“Pinball oyununu oynarken öyle bir an vardır ki topa müdahale edemezsiniz, top iki kolun tam ortasından süzülerek iner. Makineyi sallamanızın, taktiklerinizin ve tecrübenizin anlamını yitirdiği ve oyunu kaybettiğiniz an. Hikâyelerin hepsi bu ‘tilt’ olma anıyla sonlanıyor diyebiliriz.” Yazarı Ebru Nihan Celkan, Aslıhan Erguvan yönetmenliğinde, Volt Tiyatrosu tarafından sahnelenen ‘Tilt’in isim öyküsünü bu sözcüklerle anlatıyor.
Birbirinden bağımsız beş küçük öykü anlatıyor Celkan, ‘Tilt’te. İşinde gücünde, ‘normal’ bir hayatı olan seyirciye hem çok uzak, hem de kıyısından geçme ihtimalinin hiç de düşük olmadığı öyküler. İntihar etmek üzere olan iyi giyimli, birçoklarının hayalini kurduğu konforlu bir hayat süren genç adamın (Levent Can) kendini sorguladığı monologu izliyoruz ilkin. İkinci öyküde spiker (Beyza Hüseyinoğlu) sürekli sunduğu savaş haberlerinden birine bizzat şahit olduktan sonra yaşadığı ikilemle karşılaşıyor, medyanın ‘acımasız’ yüzünü temsil eden yönetmeniyle (Ömer Akgüllü) yaşadığı tartışmaya tanıklık ediyoruz. Üçüncü öyküde biri Arap (Cem Bayurgil), diğeri Amerikalı (Sezgi Mengi) iki çocuğun online olarak Playstation’da savaş oyunu oynayışlarına dahil oluyoruz. Saplantılı bir şekilde ‘joysticklere’ asılan çocukların en büyük zevki sanal da olsa öldürmek. Dördüncü bölümde İkinci Dünya savaşı sırasında annesinin yanlış ilaç kullanımı nedeniyle kolsuz kalan genç kız (Mine Tugay) ve sevgilisi (Murat Garibağaoğlu) arasındaki ürkütücü tartışma çıkıyor karşımıza. Genç kız, kendisi de toplum normlarında göre pek ‘normal’ kabul edilmeyecek sevgilisini, kendisini öldürmesi için ikna etmeye çalışıyor. Son bölümde soğukkanlı ve duygusuz devlet memuruyla (Murat Mahmutyazıcıoğlu) acılı ve şaşkın bir anne (Şerif Sezer) oturuyor bir masanın iki ucunda. İntihar bombacısı olarak can vermiş kızının cesedini (aslında parçalarını) almaya gelmiş annenin çaresizce, kızının da ‘normal’ biri olduğunu ispatlama çabası var sahnede.

‘Durdur şu playstation’ı, sokağa çık!’

Kulağa son derece ilgisiz ve bağlantısız gibi gelse de hikâyeler ‘in your face’ (Suratına tiyatro) türünde sıkça karşılaştığımız bir şey yapıp, vahşi kapitalist düzenin sıradan insana ettiklerini, sistem tarafından sarmalanan her bireyin – kendisi farkında olmasa da – nasıl zavallı hallere düştüğünün örneklerini sunuyor.
Yazar Celkan, ‘suratına’ türünü sadece içerik olarak değil biçim olarak da çok önemsediğini anlatıyor: “Hiyerarşiyi ortadan kaldırıp seyirciyle oyuncuyu karşı karşıya getiriyor, seyirci kendisini gördüklerinden ayıramıyor. Ve bu durum pek çok seyircide olan bitene müdahale etme isteği uyandırıyor. ‘Durdur şu playstation’ı ve sokağa çık, hayata karış’ dedirtiyor. İnsanların ‘Bu konu beni ilgilendirmez’ şeklindeki duruşlarını bu yöntemle zorlamak istiyorum. Seyircilerin tiyatrodan ayrılırken, girdikleri insandan farklı biri olarak salonu terk etmelerini düşlüyorum.”

Yönetmen Erguvan ise “Mesafeyi kaldırmayı seyirciyi de oyuna dâhil etmeyi, aslında
sınırların nerede başlayıp nerede bitmediğini bilmek hoşuma gidiyor. Yani oyunun tam da
içinde olmak... Savaşın, aşırı tüketimin, güç dengelerindeki sürekli değişimin ortasındayız.
Varlığımıza bu kadar anlam yüklemek saçma. Vahşiyiz, parçalıyoruz, yiyoruz. Daha çok, hep daha çok, sistemler kuruyoruz, bu sistemlerde çürüyoruz. Rahatsızım. Bir de üstüne teknolojiyle beraber vahşiliğimizi güncelleyip geliştiriyoruz. Sistem bir gün kendi kendini çökertecek. Bu oyunda hoşlanmadığım ama dile getirmek istediğim birçok şey var. Ben de dahil bazılarımıza bu vahşilik fiziki olarak dokunmasa da, bu umutsuzluk içten içe bizi yiyip bitiyor. Bu umutsuzluk, bu çıkışsızlık ortasında, görünmeyen bütün sınırların birden ortadan kalkması ve o vahşiliğin içine birebir dahil olma ihtimali, bu metni seçme nedenim oldu” diye anlatıyor, ‘Tilt’i yaratma sürecindeki ‘derdini’.

‘Şiddetin sıradanlaşması’ bile bizatihi bir klişe oldu çıktı artık evet. Yine de olan biteni yakın mesafede görmek, zihin açıcı olabilir. “İnsanlar filmlerde izledikleri ölüm ve şiddet sahnelerinden daha çok etkilenir oldu, gerçek insan hikâyeleri anlamını kaybetti. Bu korkunç değil mi? Şiddetin ve ölümlerin kabul edilebilir ve sıradan olması beni ürkütüyor. ‘Tilt’ bu korkunun yazdırdığı bir oyun” diyor, oyunu kaleme alan genç yazar Ebru Nihan Celkan. Haksız olduğunu kim iddia edebilir?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder