9 Kasım 2011 Çarşamba

Oyunlara biraz kadın bakış açısı lütfen!







Neredeyse her gün bir kadın öldürülüyor; tecavüze, tacize uğruyor. Gazeteler ‘güzel kadın’ görseline
doymuyor. Uzun bacaklar, diri memeler ve şehvetli pozların; ‘daralan’ ruhları ferahlatması umuluyor. Kadın cinsi halihazırda durmaksızın aşağılanmakta, şiddete maruz kalmaktayken; dünyanın ne kadar berbat bir yer olduğunu göstermeyi dert eden tiyatro oyunlarında da bu tavır tekrarlanmak zorunda mı? Yazarların, yönetmenlerin, dramaturgların bir metne ‘feminist dramaturgiyle’ olmasa bile en azından ‘kadın bakış açısını’ göz önüne alarak bakmaları çok mu zor? Yoksa kendi hayatlarında da böyle bir dertleri olmadığı için, farkına varmadan mı sahnede de bu tarz bir yok saymaya gidiyorlar? 


Tiyatro Yanetki, İrlandalı çağdaş oyun yazarı Martin McDonagh’ın Galway üçlemesinden ‘Yalnız Batı’yı sahneliyor. İrlanda’da küçük bir kasabada yaşayan iki yetişkin erkek kardeş, bir rahip ve kasabanın güzel kızı Girleen’den oluşan kadro; kasabanın depresif havasının bir kesitini sunuyor. İntiharların, cinayetin ve her türlü intikamın doğal karşılandığı kasabada bir grup insan çamurda debelenircesine, birbirlerine karşı en ufak bir sevgi ya da empati kırıntısı beslemeden yaşamakta. Vicdanı temsil etme görevi; ‘kötülükleri’ engelleyemediği için ‘inanç krizleri’ yaşayan, vicdan azabı ve alkol düşkünlüğü arasında debelenen rahip Welsh’te. 
Coleman ve Valane; birbirinden kaba, umarsız iki yetişkin erkek kardeş. Babalarını kaza sonucu kaybettikten sonraki mezarlık sahnesiyle başlıyor oyun. Esasında babayı Coleman bilerek öldürmüştür. Tüm kasaba, gerçeği ‘kaza oldu’ yalanıyla değiştirmektedir. Zira burada böyle şeyler pek umursanmaz... Düzeni değiştirmeye tek niyetli olan rahiptir, o da hayli beceriksizdir. Bir paket cips ya da iki yudum viski için bile birbirlerinin boğazına sarılmaya hazır iki kardeşin bağlanması için tek çırpınanan da odur. Lakin suçluluk hissinden kurtulamaz. Girleen ise acımasız ve son derece cinsiyetçi bu erkek dünyasındaki tek kadın. Ancak belli ki kadın karakterin de oyunun genelindeki cinsiyetçi havayı dağıtması ihtimali söz konusu edilmemiş. 


McDonagh’ın kaba komedi - kara mizah eseri metni evet, türün doğasının da gereği olarak bolca küfür
içeriyor. Yanetki’nin sahnelemesindeki sorunsa sahnede kurulamayan denge. Zira bu tür metinler bıçak sırtı bir noktada duruyor. Metni sahneye; bir tür oyunculuk ya da sahne şehvetine kapılıp taşıyınca, yazarın bahsettiği feci dünyaya belli bir mesafeden bakmaktansa o çamurun içinde karakterlerle debelenmeye başlıyorsunuz. Oyunun tek kadın karakteri tüm kasabanın kendisini nasıl da ‘becermek’ istediğini anlatırken misal, sahneleme tercihinden ötürü, farkında olmadan cinsini aşağılayan bir beden dili sergileyebiliyor. Kardeşler metindeki küfürleri, kendilerinden geçip fazla fazla kullanabiliyor. Seyirci de her küfürle otomatik kahkahalara boğulabiliyor. Kabul, bir kara komedi metninden bahsediyoruz. Ama sahnede koca bir erkek dünyası kurup, kadın karaktere de bulunduğu duruma belli bir mesafeden bakma fırsatı sağlanmıyorsa, en azından kadın seyirci açısından rahatsız edici bir durum var demektir.  
Oyunu 20’li yaşlarında bir seyirci grubuyla izledim. Hissettiğim rahatsızlığın daha ağırı; genç kadın seyircilerin de kendi cinslerini aşağılayan lafları ve sahnelemeyi kahkahalarla karşılaması oldu. Buradan bakarsak, “Seyirci oyuna bayıldı” denebilir ama tam da bu durum, bizi oyunun temel derdinden uzağa savuruyor. Bu kaba komedi metni bize nasıl da acımasız bir çağda yaşadığımızı anlatmak istemiyor muydu? Çok eğlendik ama neden bu kadar ‘yalnız ruhlar’ olduğumuzu sorgulayabildik mi? 


Sorun tek başına oyunculuklarda değil; tercih edilen oyunculuk tarzında. Murat Mahmutyazıcıoğlu, rahip
rolünde vicdanı tam tamına temsil eden bir oyunculuk sergiliyor. Coleman’da Deniz Karaoğlu, Valane’de Faruk Barman enerji saçıyor. Problem şu ki ikili fena halde ‘seyirciye oynuyor’. Doğal bir oyunculukla atışmaları, birbirlerinin boğazlarına sarılacak hale gelmeleri ve durmaksızın savurdukları küfürler güldürdükçe de enerjileri yükselişe geçiyor. 
Ama o doğal oyunculuk hali, televizyon skeci komikliğiyle baş başa bırakıyor izleyiciyi. Kuşkusuz bu da
bilinçli bir tercih, genç izleyiciyi eğlendirmek için de pratik bir yol. Ama tiyatro oyunu dediğimiz şeyin
çarpıcılığını eksiltiyor, McDonagh’ın sunduğu gri dünyayı anlamamızı zorlaştırıyor. Komedi bulutu içinde kaybolup eğlenceli vakit geçirmiş olmakla kalıyoruz. Ahlakın, sevginin, bireyin yok oluşunu, ‘yalnız ruhları’ gerçekten anlamamız için rejinin de oyunculukların da belli bir mesafeden kurulmasına ihtiyacımız var. Ve biraz kadın bakış açısına... 


Yalnız Batı 
Yazan: Martin McDonagh 
Yönetmen: Serkan Üstüner 
Çeviri ve Dramaturgi: Elif Baş
Oyuncular: Deniz Karaoğlu, Faruk Barman, Murat Mahmutyazıcıoğlu, Damla Sönmez

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder