5 Şubat 2012 Pazar

Keşanlı Ali Hüsranı...

'Keşanlı Ali Destanı' sinema, müzik, dizi piyasasından tanıdığımız her başarılı insanın tiyatroda da kusursuz olacağı anlamına gelmeyeceğinin son örneği...





İtiraf edeyim: Sadri Alışık Tiyatrosu tarafından sahneye konulan ‘Keşanlı Ali Destanı’na büyük beklentilerle gitmedim. Zira nicedir ‘Dev prodüksiyon, muhteşem kadro, yıldız oyuncular’ gibi basmakalıp cümlelerle tanıtılıp da altından layıkıyla kalkılmış bir oyun izlemişliğim yoktu. Yine de rejinin başında Ahmet Mümtaz Taylan gibi oyunculuğu da hayata bakışı da güzel bir isim olunca, istisnai bir durum olabileceği ihtimali de doğuyordu. 


Ve TİM Maslak Show Center’da oyun başlıyor… “Nasıl yani?” dedirten ilk aksaklık; oyuncuların mikrofonları patlıyor, “Ses düzeni sorunu, düzelir…” derken, neredeyse oyun boyu süren ‘pıh pıh’ efektlerine alışılıyor. Daha fenasına da alışmak zorunda kalıyoruz; başta Keşanlı Ali rolündeki Yavuz Bingöl, ana rollerdeki birkaç oyuncu sık sık tekliyor; replikler üst üste biniyor, bazı laflar homurdanma gibi çıkıyor. Bingöl’ün ‘Keşanlı’ zorlama kabadayıyı Doğu ağzıyla oynamasını geçtim, bazı sözcükleri ‘söylermiş gibi yaptığı’ ya da yuvarladığı için anlamakta güçlük çekiyorum. 


Yarım saat sonra: Oyunun içine bir türlü girememiş durumdayım. İyi kurgulanmış rejiye rağmen, sahnedeki kalabalık kadronun sohbetleri, dansları, şarkıları bana ne epik tiyatrodan eskimez bir yerli eser ne de seyirlik bir eğlence hissi veriyor. Evet; herkes nerede duracağını, dansa hangi noktada gireceğini mesela, biliyor. Ki bu çalışılmış, bitmiş, basında geniş yer bulmuş bir oyun için olması gereken... Lakin oyunculardan geçen “Şimdi şu paspası senin eline tutturacağım ve şarkıma gireceğim” duygusu, giriş çıkışların oyuna yedirilememesi, “Dur kalkıp şu repliğimi söyleyeyim de sonra sırtımı seyirciye dönüp ağır ağır sandalyeme döneyim” diyen vücut hareketleri derken, bir türlü profesyonel bir oyun havasına giremiyoruz. (Ve hayır, tüm bunların göstermeci, epik tiyatro yöntemleriyle ilgisi yok.) 
Keşanlı Ali rolündeki Bingöl’ün - şarkı söylediği kısımları geçersek – sahnedeki duruşu çok rahatsız görünüyor, vücudunu bozmuyor, esnek, estetik bir oyunculuk izleyemiyoruz bir türlü (Sinemada izleyip sevdiğimiz Bingöl bu değil kesinlikle). Songül Öden ‘varoşun saf kızı’ olarak konuşma çabasında ama kelimelerin son hecelerini uzatmak yeterli olmuyor. İkinci perdede ‘hanımefendilik’ dersleri alırken de değil ama ‘gerçek Nevvare’ olarak sahneye girdiği anda berrak bir oyunculuk izleyebiliyoruz kendisinden. ‘Yıldız kadrosunun’ en iyisi tartışmasız Tuba Ünsal. Madam Olga’da sekmiyor, işi sıkı tuttuğunu hissettiriyor. Tonlamasından yürüyüşüne ikna ediyor. Haldun Taner’in eskimeyen ve şu ara yeniden kıymete binmiş eserinin varoş mahallesi Sineklidağ ahalisinin durumu da memleketin ahvali de oyunun ilk yazılıp oynandığı 60’lardan hayli farklı olsa da esas mesele üç aşağı beş yukarı benzerdir. Haliyle Taylan’ın metni güncel bir yorumla sahnelemesi de mantıklı bir tercih. Ancak dekor, kostüm ve rejideki yenilikler dışında metne yapılan dramaturjik müdahaleler pek göz önünde değil. ‘Bedelli’, ‘Alibey evleri’ türü esprileri saymazsak metnin bu hali de 2011 Türkiye’sine dair pek bir şey söylemiyor son kertede. 


Ekibin üç aydır harıl harıl çalıştığını duyuyoruz, biliyoruz. Tiyatro emek yoğun bir iştir, ne olursa olsun
emeğin farkına varmaktır ilk yapılması gereken. Ama lütfen ‘dev prodüksiyon, muhteşem performans’ gibi beylik övgülere girişmeden soğukkanlı bir şekilde bakmaya çalışalım, büyük hevesle girişilen bir işin en azından bundan sonra daha iyi olması adına gerçeği söyleyelim. 
Sinema, dizi, müzik piyasasından tanıdığımız insanlar, tiyatro sahnesinde kusursuz bir performans sergileyecek diye bir koşulun da olmadığını bir kenara yazalım mesela. Zira ‘Keşanlı Ali Destanı’ndaki gibi, ortalama lise müsameresinden bir tık yukarıda performanslarla da karşılaşabiliriz. Tüm bunların üzerine oyundaki her türlü ‘olmamışlığı’ ama en çok da kadronun başarılı genç oyuncularını görmezden gelip; ‘rütbe’ sıralamasına göre çıkılan selamlamada en sona kalan yıldızları ayağa fırlayıp alkış yağmuruna tutmak adil değil. Bu mantıkla ben misal, en çok paparazzi rolünde tertemiz bir performans sergileyen genç kadın oyuncuyu alkışlamak isterdim. 
Taylan’ın yorumunda Sineklidağ sakinleri kırık dökük bir yazlık sinemada Keşanlı Ali’nin Gülriz Sururi ve Engin Cezzar’lı versiyonunu izliyor, sonra da destanı canlandırmaya başlıyorlar. Son sahnede projeksiyonda tekrar Sururi ve Cezzar’dan bir parça izletiyorlar. İçinden, “Keşke son üç saattir onları izliyor olsaydım” diye geçiren bir tek ben miydim acaba? 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder